17 Ocak 2009 Cumartesi

MOBY DICK - duvar şiirleri - F tipi bir çığlık

“Neden yazıyorum?”'un bana has nice cevapları var elbet. En başta geleni de “anlatmak” şüphesiz. Birilerine anlatmak istiyor insan, inanın en asosyali bile içgüdüsel yapıyor bunu.
Geçenlerde gördüm Esmer dergisinde Mehmet Uzun'un yazısına gizlenmiş:
“Evet, yaşamak için anlatmak, yaşanmış olanları yaşayanlara aktarabilmek için anlatmak..”
Bilmiyorum, söz özünde ona mı ait yoksa başka bir zât-ı muhtereme mi, ama beni çok etkiledi. Hemen karaladım bir yerlere. Yeri geldi kullanıyorum burda. Güzel anlatıyor bence herşeyi.
İşte böylesi düşüncelerin cirit attığı bir zamanda elimin altında yeni bitmiş bir roman var. Sabahattin Eyuboğlu ve Mina Urgan çevirisi ile Melville'in Moby Dick romanı. Sadece roman demek yetmez belki, insanı ve balinayı denizde buluşturan bir destan. Yorumsuz olarak aktarmak istedim bazı parçalarını, size bir tat verir umudu ile. Son sözler de şunlar olsun o zaman: Kitap, uslûbu ve yazının arkasına gizlediği bilgeliği ile Melville'e hayran bıraktırdı beni. Tabi, ustalar Sâbahattin Eyuboğlu ve Mina Urgan'a güzel çevirilerinden dolayı selâm eylememek olmaz...


İnsan hakları da, özgürlük de, başıboş bir balık değildir de nedir? Bütün insanların kafaları da düşünceleri de, başıboş bir balık değildir de nedir? Bunlara dinî bir bağlanmak prensibi, başıboş bir balık değildir de nedir? Sağdan soldan söz aşıran gösteriş meraklısı kelime canbazları için, fikir adamlarının düşünceleri, birer başıboş balık değil de nedir? Ve sen ey okuyucu, başıboş bir balık değilsin de nesin? (s. 512)
...

<< Ey benim sevgili insan kardeşlerim, ne diye birbirimize böyle düşmancılık eder, birbirimizi incitir, kıskanırız! Haydi, elele verelim hepimiz. Canlarımızı birbirine katalım. İyiliğin sütünde, iyiliğin ispermeçeti içinde eriyelim hepimiz dünyaca. >>
Keşke ömrüm boyunca ispermeçet yoğursam! Çünkü nice uzun denemelerden sonra gördüm ki, insan elde edebileceği mutluluk kavramını çok yukarılarda tutmamalı, hiç değilse yerine göre biraz değiştirmelidir. Mutluluğu kafamızda, hayalimizde değilde gündelik hayatımızda, eşimizde, yüreğimizde, yatağımızda, soframızda, atımızın sırtında, ocağımızın başında, yurdumuzda aramalıyız. Bütün bunları anladıktan sonra, ömrümün sonuna kadar ispermeçet yoğurmaya hazırım. Geceleri rüyalarımda, sıra sıra melekler gördüm cennette; herbiri, elini bir ispermeçet kabına daldırmıştı. (s.534)

...

...Eskide güney balinası başının olduğu yana yatmış olan Pequod, şimdi iki başın dengesiyle doğrulabildi; ama kıpırdayamaz hale de geldi neredeyse. Bir yanına Locke'un başını yüklediniz mi, ondan yana yatarsınız; sonra Kant'ın başı, öteki yanınıza yüklenince, dengeyi bulursunuz ama, hapı da yutmuş olursunuz. Böylece bazı insanlar, kafalarına safra yüklerler durmadan. Be hey budalalar! Atın o baş belâlarını kafanızdan! Rahat rahat yüzüp gidin!(s. 428)

...

Bu sözlerle de Stubb şunu anlatmak istiyordu: İnsan insanı ne kadar severse sevsin, insan dediğin para kazanan bir hayvandır; ve çoğu zaman, para kazanma isteği, iyilik etme isteğinden ağır basar. (s. 531)

...

...Ey insanoğlu! Balinaya bak da ona benzemeye çalış! Sen de buzlar arasında sıcak kalmasını öğren. Bulunduğun dünyada, o dünyadan olmadan yaşa... (s.404)

...

“...Ben, Hırs ve Gururun da dünyamızın gürbüz ve cömert toprağında böyle tepindiğini; toprağın ise, hiç aldırmadan kendi sularının ve mevsimlerinin akışı içinde sürüp gittiğini gördüm.” (s.299)

...

... Yamyam ha? Hangimiz değiliz yamyam? Bana öyle geliyor ki, öbür dünyada hesaplar verileceği gün, cılız bir papazı kıtlık olacak korkusuyla mahzeninde tuzlayıp saklamış olan ileri görüşlü Fijili vahşi, kazları şişsin diye diri diri yere çalıp ciğerlerini söken ve böylece kaz ciğeri ezmesi yiyen uygar ve aydın oburlardan daha korkunç sayılmayacak...(s.397)

...

<> diye homurdandı Ahab, << konuşsana, ey ulu, ey yüce kafa! Sen ki, sakalsız olduğun halde, şurana burana asılan yosunlarla ak sakallı birini andırıyorsun. Konuş, güçlü kafa, sırrını söyle bize. Denize dalan bütün yaratıklar arasında, en derinlere inen sensin. Şimdi gün ışığına çıkmış olan sen, dünyanın temellerinde, bilinmedik asların ve filoların pas tuttuğu, nice söylenmedik umutların ve demirlerin çürüdüğü diplerde gezmişsin. Oralarda boğulmuş milyonlarca insanın kemikleri, dünya dediğimiz şu kadırganın kanlı ambarına safra olmuş. Senin ençok sevdiğin yer oraları, o korkunç sular altı dünyasıydı. Oralarda hiçbir dalgıç çanının inemediği derinliklere indin sen. Nice denizcilerin yanı başında uyudun: o denizcilerin uykusuz anaları canlarını verirlerdi senin yerinde olmak için. Yana gemilerinden birbirine sarılıp denize atlamış, kahpe feleğe inat birbirinden ayrılmaycak çoşgun sulara gömülmüş âşıklar gördün. Gece yarısı korsanların öldürüp denize fırlattıkları ikinci kaptanı gördün: o adam doymaz suların gecelerden daha karanlık ağzında dibe doğru saatlerce indi. Onun katilleri rahat rahat yollarına giderken, yiğit ir denizciyi, karısınınözlem dolu kollarına doğru götüren başka bir gemi, birbiri ardı sıra inen yıldırımlarla param parça oluyordu. Ey kafa! Sen dünyaları kahrından çatlacak, İbrahim'i dinden imandan çıkaracak şeyler gördün! Gene de tek kelime söylemiyorsun!>> (s.409)

...


***********************
*****duvar şiirleri*****
***********************

Sîtî ile Tajdîn'in zifav gecesi

bazen sarıldılar birbirlerine bazen ayrıldılar

kâh birlikte titrediler kâh sallandılar

bazen ikiydi onlar bazen birdiler

kâh tekti onlar, kâh bitişik çifttiler...



Derken fildişinden olan ok yöneldi hedefe

Hedef ise öyle berraktı ki benzerdi sedefe

sonra ok geri döndü ondan çıkan orada kaldı



Ehmede Xanî (Ahmed Hani) 
(M. Emin Bozarslan çevirisi ile Mem u Zin'den)

-------

Gezintiler XIX.

Aşkın bisikleti var

Dursa de yürür

Hep çocukça

Renkli kâğıtlarla süslersin tekerlerini

Ama ama

Çıktığın anda üstüne

Belli olmaz nereye varacağı

Amisterdam neden olmasın



Can Yücel

-----

Umut

Yol Kıyısında oturuyorum

Sürücü tekerleği değiştiriyor

Geldiğim yerle başım hoş değil

Hoş değil başım gittiğim yerle de

Peki, tekerleğin değiştirilmesini

Niçin izliyorum sabırsızlıkla



Bertolt Brecht (Sacide Üçer çevirisi)

----------

Lavinia

Sana gitme demeyeceğim

Üşüyorsun ceketimi al

Günün en güzel saatleri bunlar

Yanımda kal.

Sana gitme demeyeceğim

Gene de sen bilirsin

Yalanlar isteyorsan
yalanlar söyleyeyim

İncinirsin

Sana gitme demeyeciğim

Ama gitme Lavinia

Adını gizleyeceğim

Sen de bilme Lavinia



Özdemir Asaf


------

Gezgin

Bir gezgin olsam
dolaşsam
Yerden yere...
Gönülden gönüle..
Düşünceden düşünceye..

Bir gezgin olsam
dolaşsam

Yolcu
(07.01.2005, Ankara)

****************************

F tipi çığlık

Açın su ışıklari, açın n'olur, açın. Çıldıracağım yoksa. İnsan degil misiniz ha!? Ne yaptım ulan size...
Bu sessizlik, karanlık niye? Kimin kitabında yazıyor bunlar? Ordaki.. duymuyor musun beni? Ne yaptım ben? Tecavüz mü ettim, adam mı kestim? Bunları yapsaydım çoktan dışardaydım. Suçum düşünmek... yo hayır... senin gibi düşünmemek miydi? Belki de koyun gibi güdülmemek ve kendi yolunda gitmekti! Sen ordaki, bir ses ver bana, bir hışırtı, bir öksürük ver, yeterki bir ses.. Ya da yaz bana, iki kelime! Kaç gün oldu bir kağıdı koklamayalı, hâlbuki en çok da kitaplari sevdim ben. Şimdi ise kalem verilmez kendimi öldürürüm diye, kâğıt olmaz bilmem her nedense. Neyim ulan ben, hayvansam hayvanlığımı verin, köpekler!... Bir ses, bir ışık, lütfen.. günduz mü gece mi, aylar mı yıllar mı? Soyleyin ulan...! Bir canım kaldı bedenime sıkışmış, bir tek o kaldı.. Onu versem duyar mısın sesimi, ses verir misin cansız bedenime? Güneş yakar mı esmer ama kansız bedenimi ? Hı.. hı..???
Hey sen ordaki!..




* 27 Temmuz '07 kağıt baskı Yolda bir fanzindir..

Hiç yorum yok: