16 Temmuz 2010 Cuma

Son..

Yolcu erdi diyelim muradına,
Yolda imgesi, bu hoş sohpette, artık bir son bula.
Yoldaş olduysanız eğer bana, sağ ola.. var ola..
Yollar daim açık, gönüller ferah kala..


Ankara, 16 Temmuz 2010

27 Şubat 2010 Cumartesi

Bir Maria Hikayeciği

Üç arkadaşımın olduğu salona Maria'yı getirdim; utangaç ve çekingen. Köşeme geçip bir yandan sohbete geri katılırken diğer yandan Maria'nın üzerindeki gereksiz giysileri çıkarıp atıyordum bir kenara. Arzusu kaçamak bakışlarından okunan Sergio'ya nispet, iyice yavaştan alıyordum. Usul usul göz gezdirdim bedenine, saflığına yine şaşırarak. Penelope'nin saçma sapan sorusu dağıttı o trans halimi, kısa bir cevapla yine kaçtım o güzel bedene. Sağ avucumdan sol avucuma yatırdım belini. Diğerleri ile aramıza ufakta olsa bir perde çekercesine, mahramiyetimizi simgeleyen ince bir beyaz çarşaf doladım sırtına. Unutmuştum sanki diğerlerini artık. Kaybolmuştu geçmiş, gelecek; sadece o an'da idim. Mekan sadece ikiyken bir olan bedenlerimizdeydi. Kollarımda yoğurdum onu nazikçe. Yaladım en mahrem uçlarını. Sonra ateş yandı sanki elimde. Ortalık büyülü bir sise kesildi. Daha da içime çektim bütün gücümle. İçim onunla doldu. Ah şu nefes alma refleksi ah. Bıraktım en sonunda dudaklarımdan. Birken iki olduk yine. Sonra yine yeniledik ateşimizi. Ta ki Sergio kalkıp yanıma ilişene dek. Maria'yı uzattım ona adeta avuçlarımda. Sonra kutsal döngüde Penelope'yle birlikte oldu Maria. Raul ortama yabancı, istemedi. Yorulmuş Maria yine bana geldi. Belki biraz zorlama ile yine çektim içime. Tamamıyla tükendi bu sefer. Usulca kollarımda bir yanıma yatırdım. Hemencecik uyudu orada. Gece devam etmiş etmemiş, anlamı var mıydı benim için? Ben o an'da tutsak kalıp gitmiştim.

Şubat 2010, Ankara

8 Aralık 2009 Salı

Dökülüş

Ke   l   i     m     e   l   e   ri       m     dök   ü   l   ü     y       o     r,

top     la   ya mı     yo   r   u     m!


E   y!

yok     m   u ba   na bir ya   r     dım     ın   ?


(Zurih-Salzburg treni, 16.26, 6 Aralık 2009, Pazar)

9 Kasım 2009 Pazartesi

Ana Yoldaş'tan

Bu seferki yolculuğum Leipzig'e. Yaşı benle yaşıt ya da büyük olanların TRT ekranlarından hatırlayacağı, -ne olduğunu o çocuk yaşta anlayamamış olduğum - yıkılan duvarın doğu yakasındayım. Leipzig'e gelişim mesleki sebeplerden; bir makale çalışması için görüş alışverişinde bulunmak ve en nihayetinde masabaşı, bilgisayar karşısı ve şans eseri güzel bir pencere kenarında çalışmak için.

İşte, yağmurun pencerimi çaldığı, canımın hiç mi hiç çalışmak istemediği o pek genel hallerden birinde posta kutuma düşen bir ileti, uzun süredir askıya aldığım düşüncelerle yine başbaşa bıraktı beni.

Yerine ve zamanına göre sorgu, soru ve sorun olan, ve belki de epey klişeleşmiş bulacağınız, şu tekrar cümlesi: ''Hayatı[mı]n içsel bir anlamı var mı?''. Ya da şöyle förmüle edilmiş hali: ''Dünden bügüne, bügünden yarına hayatı[mı]n sürekliliğini yürüten ulu bir amaç/kuvvet var mı?''. Eminim bu sor[g]u[n] daha başka kelime dizgileri ile daha iyi ifade edilebilir, -belki daha sonra denemeliyim bunu-, ama şimdilik bu iki soru işaretli cümle ile anlatmış oayım meramımı.

Kişisel tarihimde bu ve benzeri sorular da epey öncelere gider sanırım. Hafızamdan silinmeyen, sekiz dokuz yaşındaki çocukluğumun okul sonrası Batman-Yeşilevler'deki evimizin ikinci katından güneşin batışı ile sorduğu sorular, bu epeyliğe örnektir herhalde. Şimdi, yaşımın yirmialtıyı vurup geçtiği dönemde, bu kökleri derinlere giden soru cinsine verilecek bir cevabım var gibi. Cebimde çıkarıp çıkarıp bakıyorum denk geldiğinde, bu eski Doğu Almanya şehri Leipzig'de olduğu gibi.

Sizi uğraştırmış karışık bir matematik denklemini sayfalar süren bir karalamadan sonra çözmüş, defalarca kontrol etmiş, uygulayıp sınamış, ve en sonunda çözümün yazılı olduğu sayfaya bakarkenki gibi: Huzur... sessizlik, hem de tedirgin edici bir sesizlik.. peki ya şimdi?'nin belirsizliği hakim..

Buna da mı alışılır, bilmiyorum..

Cevaba gelince: ''Yok, ama varsallaştırıyoruz, dolayısıyla da Var...''. Felsefemize Evrimin küçük bir hediyesi; Yoku görüp varsallaştırmayan felsefelerin taşıyıcılarını diğer zaman hanesine aktarmakta cimri kalmış Doğa. Ve bugün; deryada küçük bir damla ben aslında olmayan o içsel amacı yaratıyorum her salise.

O..? O bir Tanrı mesela, bir sevgülü veyahut, ya da çözümü uğruna ömür tüketilecek bir denklem, veyahut devrim için verilen soluksuz bir kavga..

O bir yol ya da yoldaş..

O var ki ben varım..

Varlığım artık anlamlı artık.. çünkü O var..

Varlığımı anlamlı kılan iletiye gelince. Ana yoldaştan; Annemden gönlünce süzülüp gelmiş aşağıdaki dizeler.. izniyle paylaşıyorum..

------

ANNEDEN OĞLUNA

Bir oğlum var çok uzakta..
Sağlıklı ve mutlu olsun..
Hayat hep ona gülsün..
Yanaklarındaki gamzeler çıksın..
Emekleri boşa çıkmasın..
Bütün hayalleri gerçekleşsin..
Bir evi bir barkı olsun..
Bir eşi bir çocuğu olsun..
Annesi onun evine gittisin..
Ama oğlunu çok çok mutlu görsün..

Annesi oğlunu çok seviyor.

Nejla Sağlam,
Ankara, Haziran 2009

-----

Selam olsun Ana yoldaşa..

Leipzig, Haziran 2009

3 Ekim 2009 Cumartesi

La insoportable levedad del ser notó de vértigo...

Salí con mi bici de casa, no sé adonde voy pero pasaré el día en fuera de la cuidad.  Seguro que no volveré esta noche, habrá que buscar un refugio para dormir. Ya veremos en el tren, decidiré en el camino.

---

Baje del tren en Alaró, un pueblo justo a medio de la isla (de Mallorca). Decidí que voy al castillo de Alaró, que esta encima de una montaña alta. Hay solo un camino para llegar y es para las  caminantes. Sé que es muy chunga con la bici pero hice una vez y puedo repetir. Como paso mis últimos días en esta isla, sera lugar apropiado para saludar todas partes de ella. Se decían que era ultimo punto en la isla de musulmanes quienes resistieron siete años en este castillo contra cristianos conquistadores. Quizá seria mi ultimo punto también. ¿Contra? Contra yo, o mi vida en esta isla en un ano y medio pasado.

--

Pero, ¿por que escribo en castellano? Sé que no soy capaz de eso. Entonces, ¿por que? La verdad es que no lo sé. Solo, me sale en esta lengua. Un poco me siento de haber que escribir con español en esta situación. Seria la primera vez en mi vida, y probablemente la ultima vez también.

---

Después de ir con la bici un poco tiempo, llegue a donde montaña empieza. Debe comer algo y descansar antes de subirla. Tome conmigo también el libro de Milan Kundera ''La Insoportable Levedad Del Ser''. Me regalo un amigo muy amable que es difícil a encontrarles por aquí. Leí casi todo, me falta unas diez paginas y voy a terminar hoy. Me sorprendí y alegre mucho a no solo que entienda la lengua de del libro sino también que trate el autor. Sera uno de mis libros favoritos sobre existencialismo y voy a añadir el nombre Kundera a lado de los nombres como Sartre, Dostoyevski, Camus, Nietzsche, etcetera.

--

La bici pesa mucho y llevarla en camina cada minuto convierte a mas difícil pero ya estoy casi mitad altitud de montaña. La isla separase bonísima de aquí. Hay de todo en la naturalizad de isla aunque cada año el turismo hace mas construcción y mas turistas que arruinan un parte mas de ella. Espero que la gente de la isla encuentra otros maneras económicas sostenibles y esta belleza de Mediterránea no convierta a un isla de cemente y asfalto en el futuro. Pero, ¿por que entonces quiero moverme de aquí si encuentrola tan belíssima? Un gran parte de razón es que no me siento, y ya sé que no me sentiré nunca, de pertenecer la obra (ciencia) que hacemos (y recuerdo que era la única razón de había venido aquí) y la cultura de la sociedad que yo vivo dentro. En todo manera, como el libro dice (p.36) ''La persona que desea abandonar el lugar en donde vive no es feliz.'', en este lugar no soy feliz por seguro y elegí a abandonar. Quizá sea peor a donde voy. Creo que no hay otra manera de saber sin probar. En pagina dieciséis decía eso: ''El hombre nunca puede saber que debe querer, porque vive solo una vida y no tiene modo de compararla con sus vidas precedentes ni de enmendarla en sus vidas posteriores.'', es verdad, ¿no?

--

En encima de montaña, primero encontráis unos ruines de muros antiguos, a pasar de ellos llegáis a la ermita que fue renovado creo. A lado de ella, hay un refugio y una cafetería. Durante el día hay muchos turistas pero ahoramismo, que son sobre las 8 por la tarde, no quedan mas. Solo la gente que van a pasar noche al refugio y que trabajan por aquí quedan. Después de arreglar las cosas, quiero encontrar un lado silencio para terminar el libro y despedir a Mallorca solomismo. Esta casi el tiempo de la puesta del sol. El lugar esta tan altitud de ver todas partes de la isla y me recuerde mi fobia de altitud y un parte del libro relacionado: ''Aquel que quiere permanentemente << llegar a mas alto >> tiene que contar con que algún día le invadirá el vértigo. Que es el vértigo? El miedo a la caída? Pero, por que también tenemos vértigo en un mirador provisto de una valla segura? El vértigo es algo diferente del miedo a la caída. El vértigo significa que la profundidad que se abre ante nosotros nos atrae, nos seduce, despierta en nosotros el deseo de caer, del cual nos defendemos espantados.'' (p.67). Explica mucho de mi interioridad o mi situación en este mundo.

--

Muy interesante! Acabar el libro me siento como haber despedido a todos amigos y lugares en la isla, como no tengo ninguna razón a esperar mas aquí. Digamos que el tiempo ahora toca para ir otra destinación. 

La vida es un camino a perpetuidad, que a veces se pasen rápidamente, que de memorias estupendas, que sea llena de pequeñas viajes, que etcétera, que etcétera... En tal vez Mallorca, en otro lado de la Mar Blanco (como se llama el Mediterránea en turco) en referencia de mi tierra, que era muy pequeña cuando llegue pero es muy grande ahora yendo, ha ido un viaje, ha ido un parte de mi camino. 

Saludos a Mallorca..

--

Yolcu (Caminante)

10 Temmuz 2009 Cuma

Alışkanlık..

Orta avrupa coğrafyasına yayılmış Almanya'dayım. Neredeyse Almanya'nın her şehrinde olduğu gibi Stutgart'da da şehir-göbeği yeşil halk parklarından biri.. Annem ve kardeşim bana eşlik ediyor, daha doğrusu ben onlara. Not defterime bir şeyler karalamışım bu parkta otururken. Bir sene sonra şimdi yüksek sesle okuma vakti (Palma, Temmuz '09):


-.-.-.-

Karşıdaki bankta oturan kadın, sanki yıllardır kutsal bir rutinle yaptığı dondurma yeme işini yaparken ne düşünüyor? Aslında tam aktaramadım beyin yarımküremde kıvılcımlanmış bu soruyu. Sorumun asıl vurgusu, o kadın hemen yanı başında hızlı hızlı soluk alan ve bunu aynı o kadının dondurma yeyişi gibi kutsal bir rutinlik içinde yapan köpekten farklı olarak ne düşünüyor. İğne miydi, çuvaldız mıydı hatırlamıyorum ama cümledeki objeyi başkası yapma hastalağımdan vazgeçeyim hadi: ben ne düşünürüm genel hayvan sınırlarımın dışında?

Ne düşünürüm gün boyu? Bütün çıplaklığıyla..

Hadi diyelim ki verdik buna bir cevap. Daha zor bir soru geliyor: NEDEN böyle düşünürüm.. Cevabı belki Camus verecek: alışkanlık.. peki nedir alışkanlık? Yolu seçen ben değil miyim yoksa?

Çok olumsuz bir çizgi çizermiş gibi oldum.. Arada sırada sinir sistemi hatalar yapar.. veya macera hormonları azar ve yeni yollar bizi bekler..

Bankta oturan kadın belki de bir macera uğruna 73 yaşında ilk defa dondurma yiyor işte..

(Stutgart - Haziran '08)

3 Şubat 2009 Salı

Birazcık öyle, birazcık şöyle, hepsi hayatın içinde

Birazcık öyle,
birazcık şöyle,
hepsi hayatın içinde

biraz serseri,
biraz edepli,
hepsi hayatın içinde

biraz fizik,
biraz kitap,
biraz müzik,
hepsi,
hayatın,
içinde

birazcık ten,
birazcık tutku,
hepsi hayatın içinde,

biraz öyle biraz şöyle,
hepsı hayatın içinde

biraz sen biraz ben hepsi hayatın içinde,

biraz öykünüş,
biraz sıyrılış,
biraz sakınış,
hayatın içinde

birazz ses,
biraz gülüş,
uh uh..hep hayatın içinde

biraz korku,
biraz aşk,
biraz bebek,
hayatın içinde,

biraz hıyar,
biraz kabak,
biraz mantar,
hep hayatın içinde

peki hayat nerde?

hepsi kendi içinde,

biraz tekrar,
biraz büyütüş,
biraz unutuş,
biraz da keşif

hepsi kendi içinde..

biraz kadın,
biraz erkek,

hepsi burda,
hayatın içinde

biraz ölüm,
biraz doğum,
ve biraz berzah

hepsi bunun içinde

biraz tasarruf,
biraz harcayış

ve daha nicesi,

hep aynı ya da ayrı şekilde

Birazcık öyle, birazcık şöyle, hepsi hayatın içinde

bitmez....

biraz başlar
biraz biter

hepsi burda hayatın içinde

hayat, hayat içinde...