8 Aralık 2009 Salı

Dökülüş

Ke   l   i     m     e   l   e   ri       m     dök   ü   l   ü     y       o     r,

top     la   ya mı     yo   r   u     m!


E   y!

yok     m   u ba   na bir ya   r     dım     ın   ?


(Zurih-Salzburg treni, 16.26, 6 Aralık 2009, Pazar)

9 Kasım 2009 Pazartesi

Ana Yoldaş'tan

Bu seferki yolculuğum Leipzig'e. Yaşı benle yaşıt ya da büyük olanların TRT ekranlarından hatırlayacağı, -ne olduğunu o çocuk yaşta anlayamamış olduğum - yıkılan duvarın doğu yakasındayım. Leipzig'e gelişim mesleki sebeplerden; bir makale çalışması için görüş alışverişinde bulunmak ve en nihayetinde masabaşı, bilgisayar karşısı ve şans eseri güzel bir pencere kenarında çalışmak için.

İşte, yağmurun pencerimi çaldığı, canımın hiç mi hiç çalışmak istemediği o pek genel hallerden birinde posta kutuma düşen bir ileti, uzun süredir askıya aldığım düşüncelerle yine başbaşa bıraktı beni.

Yerine ve zamanına göre sorgu, soru ve sorun olan, ve belki de epey klişeleşmiş bulacağınız, şu tekrar cümlesi: ''Hayatı[mı]n içsel bir anlamı var mı?''. Ya da şöyle förmüle edilmiş hali: ''Dünden bügüne, bügünden yarına hayatı[mı]n sürekliliğini yürüten ulu bir amaç/kuvvet var mı?''. Eminim bu sor[g]u[n] daha başka kelime dizgileri ile daha iyi ifade edilebilir, -belki daha sonra denemeliyim bunu-, ama şimdilik bu iki soru işaretli cümle ile anlatmış oayım meramımı.

Kişisel tarihimde bu ve benzeri sorular da epey öncelere gider sanırım. Hafızamdan silinmeyen, sekiz dokuz yaşındaki çocukluğumun okul sonrası Batman-Yeşilevler'deki evimizin ikinci katından güneşin batışı ile sorduğu sorular, bu epeyliğe örnektir herhalde. Şimdi, yaşımın yirmialtıyı vurup geçtiği dönemde, bu kökleri derinlere giden soru cinsine verilecek bir cevabım var gibi. Cebimde çıkarıp çıkarıp bakıyorum denk geldiğinde, bu eski Doğu Almanya şehri Leipzig'de olduğu gibi.

Sizi uğraştırmış karışık bir matematik denklemini sayfalar süren bir karalamadan sonra çözmüş, defalarca kontrol etmiş, uygulayıp sınamış, ve en sonunda çözümün yazılı olduğu sayfaya bakarkenki gibi: Huzur... sessizlik, hem de tedirgin edici bir sesizlik.. peki ya şimdi?'nin belirsizliği hakim..

Buna da mı alışılır, bilmiyorum..

Cevaba gelince: ''Yok, ama varsallaştırıyoruz, dolayısıyla da Var...''. Felsefemize Evrimin küçük bir hediyesi; Yoku görüp varsallaştırmayan felsefelerin taşıyıcılarını diğer zaman hanesine aktarmakta cimri kalmış Doğa. Ve bugün; deryada küçük bir damla ben aslında olmayan o içsel amacı yaratıyorum her salise.

O..? O bir Tanrı mesela, bir sevgülü veyahut, ya da çözümü uğruna ömür tüketilecek bir denklem, veyahut devrim için verilen soluksuz bir kavga..

O bir yol ya da yoldaş..

O var ki ben varım..

Varlığım artık anlamlı artık.. çünkü O var..

Varlığımı anlamlı kılan iletiye gelince. Ana yoldaştan; Annemden gönlünce süzülüp gelmiş aşağıdaki dizeler.. izniyle paylaşıyorum..

------

ANNEDEN OĞLUNA

Bir oğlum var çok uzakta..
Sağlıklı ve mutlu olsun..
Hayat hep ona gülsün..
Yanaklarındaki gamzeler çıksın..
Emekleri boşa çıkmasın..
Bütün hayalleri gerçekleşsin..
Bir evi bir barkı olsun..
Bir eşi bir çocuğu olsun..
Annesi onun evine gittisin..
Ama oğlunu çok çok mutlu görsün..

Annesi oğlunu çok seviyor.

Nejla Sağlam,
Ankara, Haziran 2009

-----

Selam olsun Ana yoldaşa..

Leipzig, Haziran 2009

3 Ekim 2009 Cumartesi

La insoportable levedad del ser notó de vértigo...

Salí con mi bici de casa, no sé adonde voy pero pasaré el día en fuera de la cuidad.  Seguro que no volveré esta noche, habrá que buscar un refugio para dormir. Ya veremos en el tren, decidiré en el camino.

---

Baje del tren en Alaró, un pueblo justo a medio de la isla (de Mallorca). Decidí que voy al castillo de Alaró, que esta encima de una montaña alta. Hay solo un camino para llegar y es para las  caminantes. Sé que es muy chunga con la bici pero hice una vez y puedo repetir. Como paso mis últimos días en esta isla, sera lugar apropiado para saludar todas partes de ella. Se decían que era ultimo punto en la isla de musulmanes quienes resistieron siete años en este castillo contra cristianos conquistadores. Quizá seria mi ultimo punto también. ¿Contra? Contra yo, o mi vida en esta isla en un ano y medio pasado.

--

Pero, ¿por que escribo en castellano? Sé que no soy capaz de eso. Entonces, ¿por que? La verdad es que no lo sé. Solo, me sale en esta lengua. Un poco me siento de haber que escribir con español en esta situación. Seria la primera vez en mi vida, y probablemente la ultima vez también.

---

Después de ir con la bici un poco tiempo, llegue a donde montaña empieza. Debe comer algo y descansar antes de subirla. Tome conmigo también el libro de Milan Kundera ''La Insoportable Levedad Del Ser''. Me regalo un amigo muy amable que es difícil a encontrarles por aquí. Leí casi todo, me falta unas diez paginas y voy a terminar hoy. Me sorprendí y alegre mucho a no solo que entienda la lengua de del libro sino también que trate el autor. Sera uno de mis libros favoritos sobre existencialismo y voy a añadir el nombre Kundera a lado de los nombres como Sartre, Dostoyevski, Camus, Nietzsche, etcetera.

--

La bici pesa mucho y llevarla en camina cada minuto convierte a mas difícil pero ya estoy casi mitad altitud de montaña. La isla separase bonísima de aquí. Hay de todo en la naturalizad de isla aunque cada año el turismo hace mas construcción y mas turistas que arruinan un parte mas de ella. Espero que la gente de la isla encuentra otros maneras económicas sostenibles y esta belleza de Mediterránea no convierta a un isla de cemente y asfalto en el futuro. Pero, ¿por que entonces quiero moverme de aquí si encuentrola tan belíssima? Un gran parte de razón es que no me siento, y ya sé que no me sentiré nunca, de pertenecer la obra (ciencia) que hacemos (y recuerdo que era la única razón de había venido aquí) y la cultura de la sociedad que yo vivo dentro. En todo manera, como el libro dice (p.36) ''La persona que desea abandonar el lugar en donde vive no es feliz.'', en este lugar no soy feliz por seguro y elegí a abandonar. Quizá sea peor a donde voy. Creo que no hay otra manera de saber sin probar. En pagina dieciséis decía eso: ''El hombre nunca puede saber que debe querer, porque vive solo una vida y no tiene modo de compararla con sus vidas precedentes ni de enmendarla en sus vidas posteriores.'', es verdad, ¿no?

--

En encima de montaña, primero encontráis unos ruines de muros antiguos, a pasar de ellos llegáis a la ermita que fue renovado creo. A lado de ella, hay un refugio y una cafetería. Durante el día hay muchos turistas pero ahoramismo, que son sobre las 8 por la tarde, no quedan mas. Solo la gente que van a pasar noche al refugio y que trabajan por aquí quedan. Después de arreglar las cosas, quiero encontrar un lado silencio para terminar el libro y despedir a Mallorca solomismo. Esta casi el tiempo de la puesta del sol. El lugar esta tan altitud de ver todas partes de la isla y me recuerde mi fobia de altitud y un parte del libro relacionado: ''Aquel que quiere permanentemente << llegar a mas alto >> tiene que contar con que algún día le invadirá el vértigo. Que es el vértigo? El miedo a la caída? Pero, por que también tenemos vértigo en un mirador provisto de una valla segura? El vértigo es algo diferente del miedo a la caída. El vértigo significa que la profundidad que se abre ante nosotros nos atrae, nos seduce, despierta en nosotros el deseo de caer, del cual nos defendemos espantados.'' (p.67). Explica mucho de mi interioridad o mi situación en este mundo.

--

Muy interesante! Acabar el libro me siento como haber despedido a todos amigos y lugares en la isla, como no tengo ninguna razón a esperar mas aquí. Digamos que el tiempo ahora toca para ir otra destinación. 

La vida es un camino a perpetuidad, que a veces se pasen rápidamente, que de memorias estupendas, que sea llena de pequeñas viajes, que etcétera, que etcétera... En tal vez Mallorca, en otro lado de la Mar Blanco (como se llama el Mediterránea en turco) en referencia de mi tierra, que era muy pequeña cuando llegue pero es muy grande ahora yendo, ha ido un viaje, ha ido un parte de mi camino. 

Saludos a Mallorca..

--

Yolcu (Caminante)

10 Temmuz 2009 Cuma

Alışkanlık..

Orta avrupa coğrafyasına yayılmış Almanya'dayım. Neredeyse Almanya'nın her şehrinde olduğu gibi Stutgart'da da şehir-göbeği yeşil halk parklarından biri.. Annem ve kardeşim bana eşlik ediyor, daha doğrusu ben onlara. Not defterime bir şeyler karalamışım bu parkta otururken. Bir sene sonra şimdi yüksek sesle okuma vakti (Palma, Temmuz '09):


-.-.-.-

Karşıdaki bankta oturan kadın, sanki yıllardır kutsal bir rutinle yaptığı dondurma yeme işini yaparken ne düşünüyor? Aslında tam aktaramadım beyin yarımküremde kıvılcımlanmış bu soruyu. Sorumun asıl vurgusu, o kadın hemen yanı başında hızlı hızlı soluk alan ve bunu aynı o kadının dondurma yeyişi gibi kutsal bir rutinlik içinde yapan köpekten farklı olarak ne düşünüyor. İğne miydi, çuvaldız mıydı hatırlamıyorum ama cümledeki objeyi başkası yapma hastalağımdan vazgeçeyim hadi: ben ne düşünürüm genel hayvan sınırlarımın dışında?

Ne düşünürüm gün boyu? Bütün çıplaklığıyla..

Hadi diyelim ki verdik buna bir cevap. Daha zor bir soru geliyor: NEDEN böyle düşünürüm.. Cevabı belki Camus verecek: alışkanlık.. peki nedir alışkanlık? Yolu seçen ben değil miyim yoksa?

Çok olumsuz bir çizgi çizermiş gibi oldum.. Arada sırada sinir sistemi hatalar yapar.. veya macera hormonları azar ve yeni yollar bizi bekler..

Bankta oturan kadın belki de bir macera uğruna 73 yaşında ilk defa dondurma yiyor işte..

(Stutgart - Haziran '08)

3 Şubat 2009 Salı

Birazcık öyle, birazcık şöyle, hepsi hayatın içinde

Birazcık öyle,
birazcık şöyle,
hepsi hayatın içinde

biraz serseri,
biraz edepli,
hepsi hayatın içinde

biraz fizik,
biraz kitap,
biraz müzik,
hepsi,
hayatın,
içinde

birazcık ten,
birazcık tutku,
hepsi hayatın içinde,

biraz öyle biraz şöyle,
hepsı hayatın içinde

biraz sen biraz ben hepsi hayatın içinde,

biraz öykünüş,
biraz sıyrılış,
biraz sakınış,
hayatın içinde

birazz ses,
biraz gülüş,
uh uh..hep hayatın içinde

biraz korku,
biraz aşk,
biraz bebek,
hayatın içinde,

biraz hıyar,
biraz kabak,
biraz mantar,
hep hayatın içinde

peki hayat nerde?

hepsi kendi içinde,

biraz tekrar,
biraz büyütüş,
biraz unutuş,
biraz da keşif

hepsi kendi içinde..

biraz kadın,
biraz erkek,

hepsi burda,
hayatın içinde

biraz ölüm,
biraz doğum,
ve biraz berzah

hepsi bunun içinde

biraz tasarruf,
biraz harcayış

ve daha nicesi,

hep aynı ya da ayrı şekilde

Birazcık öyle, birazcık şöyle, hepsi hayatın içinde

bitmez....

biraz başlar
biraz biter

hepsi burda hayatın içinde

hayat, hayat içinde...

24 Ocak 2009 Cumartesi

SOYKIRIMLAR

...
...
bilmem kaç yüzyıl önce amerika kıtasında
...
doksandört yıl önce anadolu'da
...
yetmiş küsür yıl önce almanya'da
...
bugün gazze'de, filistin'de
...
ve (her an) içinde

SOYKIRIMLAR
yaşa(t)dı
insan.

13 Ocak 2009, Palma

---------------------------------------------

'' Gözlerim gündüzleri açılan, gece kapanan bitkiler gibi. Arada iki roketin beynimden geçmesini, ama bana dokunmamasını istediğim oluyor, asıl konu, bu. Her şey ilkelleşiyor. Hücreler, daha başlangıçlarında, insanlık öncesi bir doğada nihayet uykuya daldıkları ilk günlerdeki o güneş titremelerini hatırlıyor. Öğretilen her şey sanki bulanıklaşıyor. Nefret gibi, vücutlar da parçalanıyor. Patlayana kadar sıkılan limonlar gibi.'' (s.21, 'Sitt Marie-Rose', Etel Adnan, YKY)

------

Einstein ve Freud mektuplaşması:

E: ''....Kitleler sözü edilen araçlar kullanıldığında kendinden geçecek, kendini feda edecek ölçüde nasıl galeyana gelebiliyor? Bu soruya verilebilecek olası tek yanıt şu: İnsanın içinde bir kin, bir nefret gereksinimi var... Bu konuda son bir soruya daha geliyoruz. İnsan ruhunu, kin ve yok etme psikozlarına karşı daha dayanıklı kılacak biçimde geliştirmeye olanak var mı? Bunu söylerken yalnız eğitimsiz insanları kastetmiyorum. Yaşam içindeki varlığım beni sözüm ona 'intellientsia''nın bu öldürücü kolektif psikozlara çok daha kolay kapıldığını söylemeye itiyor.''

F: ''.... insanların yok etme eğilimlerini ortadan kaldırmaya çalşmanın, sonuç olarak boş bir çaba olacağı kanısındayız. ..... Siz ve ben, bizimle birlikte daha birçok insan, savaşa neden bu kadar güçlü bir biçimde karşı çıkıyoruz, savaşı neden yaşamın bin bir değişik yüzünden biri olarak kabullenmiyoruz? ..... Çünkü her insanın kendi yaşamı üzerinde hakları vardır, çünkü savaş, vaatlerle yüklü insan yaşamlarını ortadan kaldırmaktadır vb. .... Ama sizin benden istediğiniz bu değil. Ben başka bir noktaya gelmek istiyorum. Öyle sanıyorum ki, bizim savaşa karşı çıkmamızın temel nedeni, başka türlü davranmamıza olanak olmamasıdır. Biz barış yanlısıyız, çünkü kafamızın içindeki davrandırıcı organik nedenlerden dolayı öyle olmamız gerekiyor...'' (s.a. 121-123, Einstein: Düşünmenin Keyfi, YKY 4.basım)

------
Ingeborg Bachmann:
''Faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz, her gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek olan terörle de başlamaz. Faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde başlar, iki insan arasındaki ilişkide başlar...'' (Malina isimli kitabının arka sayfası, YKY 3. basımı)
'' Ama barış üzerine, çünkü bu, gerçekte savaştır... Gerçek savaş, her zaman adı barış olan savaşın patlamasıyla doğar...'' (aynı kitap s.9 Çevirmen Ahmet Cemal'ın Bachmann'dan alıntısı)

17 Ocak 2009 Cumartesi

MOBY DICK - duvar şiirleri - F tipi bir çığlık

“Neden yazıyorum?”'un bana has nice cevapları var elbet. En başta geleni de “anlatmak” şüphesiz. Birilerine anlatmak istiyor insan, inanın en asosyali bile içgüdüsel yapıyor bunu.
Geçenlerde gördüm Esmer dergisinde Mehmet Uzun'un yazısına gizlenmiş:
“Evet, yaşamak için anlatmak, yaşanmış olanları yaşayanlara aktarabilmek için anlatmak..”
Bilmiyorum, söz özünde ona mı ait yoksa başka bir zât-ı muhtereme mi, ama beni çok etkiledi. Hemen karaladım bir yerlere. Yeri geldi kullanıyorum burda. Güzel anlatıyor bence herşeyi.
İşte böylesi düşüncelerin cirit attığı bir zamanda elimin altında yeni bitmiş bir roman var. Sabahattin Eyuboğlu ve Mina Urgan çevirisi ile Melville'in Moby Dick romanı. Sadece roman demek yetmez belki, insanı ve balinayı denizde buluşturan bir destan. Yorumsuz olarak aktarmak istedim bazı parçalarını, size bir tat verir umudu ile. Son sözler de şunlar olsun o zaman: Kitap, uslûbu ve yazının arkasına gizlediği bilgeliği ile Melville'e hayran bıraktırdı beni. Tabi, ustalar Sâbahattin Eyuboğlu ve Mina Urgan'a güzel çevirilerinden dolayı selâm eylememek olmaz...


İnsan hakları da, özgürlük de, başıboş bir balık değildir de nedir? Bütün insanların kafaları da düşünceleri de, başıboş bir balık değildir de nedir? Bunlara dinî bir bağlanmak prensibi, başıboş bir balık değildir de nedir? Sağdan soldan söz aşıran gösteriş meraklısı kelime canbazları için, fikir adamlarının düşünceleri, birer başıboş balık değil de nedir? Ve sen ey okuyucu, başıboş bir balık değilsin de nesin? (s. 512)
...

<< Ey benim sevgili insan kardeşlerim, ne diye birbirimize böyle düşmancılık eder, birbirimizi incitir, kıskanırız! Haydi, elele verelim hepimiz. Canlarımızı birbirine katalım. İyiliğin sütünde, iyiliğin ispermeçeti içinde eriyelim hepimiz dünyaca. >>
Keşke ömrüm boyunca ispermeçet yoğursam! Çünkü nice uzun denemelerden sonra gördüm ki, insan elde edebileceği mutluluk kavramını çok yukarılarda tutmamalı, hiç değilse yerine göre biraz değiştirmelidir. Mutluluğu kafamızda, hayalimizde değilde gündelik hayatımızda, eşimizde, yüreğimizde, yatağımızda, soframızda, atımızın sırtında, ocağımızın başında, yurdumuzda aramalıyız. Bütün bunları anladıktan sonra, ömrümün sonuna kadar ispermeçet yoğurmaya hazırım. Geceleri rüyalarımda, sıra sıra melekler gördüm cennette; herbiri, elini bir ispermeçet kabına daldırmıştı. (s.534)

...

...Eskide güney balinası başının olduğu yana yatmış olan Pequod, şimdi iki başın dengesiyle doğrulabildi; ama kıpırdayamaz hale de geldi neredeyse. Bir yanına Locke'un başını yüklediniz mi, ondan yana yatarsınız; sonra Kant'ın başı, öteki yanınıza yüklenince, dengeyi bulursunuz ama, hapı da yutmuş olursunuz. Böylece bazı insanlar, kafalarına safra yüklerler durmadan. Be hey budalalar! Atın o baş belâlarını kafanızdan! Rahat rahat yüzüp gidin!(s. 428)

...

Bu sözlerle de Stubb şunu anlatmak istiyordu: İnsan insanı ne kadar severse sevsin, insan dediğin para kazanan bir hayvandır; ve çoğu zaman, para kazanma isteği, iyilik etme isteğinden ağır basar. (s. 531)

...

...Ey insanoğlu! Balinaya bak da ona benzemeye çalış! Sen de buzlar arasında sıcak kalmasını öğren. Bulunduğun dünyada, o dünyadan olmadan yaşa... (s.404)

...

“...Ben, Hırs ve Gururun da dünyamızın gürbüz ve cömert toprağında böyle tepindiğini; toprağın ise, hiç aldırmadan kendi sularının ve mevsimlerinin akışı içinde sürüp gittiğini gördüm.” (s.299)

...

... Yamyam ha? Hangimiz değiliz yamyam? Bana öyle geliyor ki, öbür dünyada hesaplar verileceği gün, cılız bir papazı kıtlık olacak korkusuyla mahzeninde tuzlayıp saklamış olan ileri görüşlü Fijili vahşi, kazları şişsin diye diri diri yere çalıp ciğerlerini söken ve böylece kaz ciğeri ezmesi yiyen uygar ve aydın oburlardan daha korkunç sayılmayacak...(s.397)

...

<> diye homurdandı Ahab, << konuşsana, ey ulu, ey yüce kafa! Sen ki, sakalsız olduğun halde, şurana burana asılan yosunlarla ak sakallı birini andırıyorsun. Konuş, güçlü kafa, sırrını söyle bize. Denize dalan bütün yaratıklar arasında, en derinlere inen sensin. Şimdi gün ışığına çıkmış olan sen, dünyanın temellerinde, bilinmedik asların ve filoların pas tuttuğu, nice söylenmedik umutların ve demirlerin çürüdüğü diplerde gezmişsin. Oralarda boğulmuş milyonlarca insanın kemikleri, dünya dediğimiz şu kadırganın kanlı ambarına safra olmuş. Senin ençok sevdiğin yer oraları, o korkunç sular altı dünyasıydı. Oralarda hiçbir dalgıç çanının inemediği derinliklere indin sen. Nice denizcilerin yanı başında uyudun: o denizcilerin uykusuz anaları canlarını verirlerdi senin yerinde olmak için. Yana gemilerinden birbirine sarılıp denize atlamış, kahpe feleğe inat birbirinden ayrılmaycak çoşgun sulara gömülmüş âşıklar gördün. Gece yarısı korsanların öldürüp denize fırlattıkları ikinci kaptanı gördün: o adam doymaz suların gecelerden daha karanlık ağzında dibe doğru saatlerce indi. Onun katilleri rahat rahat yollarına giderken, yiğit ir denizciyi, karısınınözlem dolu kollarına doğru götüren başka bir gemi, birbiri ardı sıra inen yıldırımlarla param parça oluyordu. Ey kafa! Sen dünyaları kahrından çatlacak, İbrahim'i dinden imandan çıkaracak şeyler gördün! Gene de tek kelime söylemiyorsun!>> (s.409)

...


***********************
*****duvar şiirleri*****
***********************

Sîtî ile Tajdîn'in zifav gecesi

bazen sarıldılar birbirlerine bazen ayrıldılar

kâh birlikte titrediler kâh sallandılar

bazen ikiydi onlar bazen birdiler

kâh tekti onlar, kâh bitişik çifttiler...



Derken fildişinden olan ok yöneldi hedefe

Hedef ise öyle berraktı ki benzerdi sedefe

sonra ok geri döndü ondan çıkan orada kaldı



Ehmede Xanî (Ahmed Hani) 
(M. Emin Bozarslan çevirisi ile Mem u Zin'den)

-------

Gezintiler XIX.

Aşkın bisikleti var

Dursa de yürür

Hep çocukça

Renkli kâğıtlarla süslersin tekerlerini

Ama ama

Çıktığın anda üstüne

Belli olmaz nereye varacağı

Amisterdam neden olmasın



Can Yücel

-----

Umut

Yol Kıyısında oturuyorum

Sürücü tekerleği değiştiriyor

Geldiğim yerle başım hoş değil

Hoş değil başım gittiğim yerle de

Peki, tekerleğin değiştirilmesini

Niçin izliyorum sabırsızlıkla



Bertolt Brecht (Sacide Üçer çevirisi)

----------

Lavinia

Sana gitme demeyeceğim

Üşüyorsun ceketimi al

Günün en güzel saatleri bunlar

Yanımda kal.

Sana gitme demeyeceğim

Gene de sen bilirsin

Yalanlar isteyorsan
yalanlar söyleyeyim

İncinirsin

Sana gitme demeyeciğim

Ama gitme Lavinia

Adını gizleyeceğim

Sen de bilme Lavinia



Özdemir Asaf


------

Gezgin

Bir gezgin olsam
dolaşsam
Yerden yere...
Gönülden gönüle..
Düşünceden düşünceye..

Bir gezgin olsam
dolaşsam

Yolcu
(07.01.2005, Ankara)

****************************

F tipi çığlık

Açın su ışıklari, açın n'olur, açın. Çıldıracağım yoksa. İnsan degil misiniz ha!? Ne yaptım ulan size...
Bu sessizlik, karanlık niye? Kimin kitabında yazıyor bunlar? Ordaki.. duymuyor musun beni? Ne yaptım ben? Tecavüz mü ettim, adam mı kestim? Bunları yapsaydım çoktan dışardaydım. Suçum düşünmek... yo hayır... senin gibi düşünmemek miydi? Belki de koyun gibi güdülmemek ve kendi yolunda gitmekti! Sen ordaki, bir ses ver bana, bir hışırtı, bir öksürük ver, yeterki bir ses.. Ya da yaz bana, iki kelime! Kaç gün oldu bir kağıdı koklamayalı, hâlbuki en çok da kitaplari sevdim ben. Şimdi ise kalem verilmez kendimi öldürürüm diye, kâğıt olmaz bilmem her nedense. Neyim ulan ben, hayvansam hayvanlığımı verin, köpekler!... Bir ses, bir ışık, lütfen.. günduz mü gece mi, aylar mı yıllar mı? Soyleyin ulan...! Bir canım kaldı bedenime sıkışmış, bir tek o kaldı.. Onu versem duyar mısın sesimi, ses verir misin cansız bedenime? Güneş yakar mı esmer ama kansız bedenimi ? Hı.. hı..???
Hey sen ordaki!..




* 27 Temmuz '07 kağıt baskı Yolda bir fanzindir..

16 Ocak 2009 Cuma

(isimsiz - şiir)

I.

Ne desem bilmiyorum..
Aslında bi çok şey biliyorum ama süperpozisyon ilkesi yok ki hayatta..
yani toplayınca iki sebebi vermiyor bir o kadar büyük edeni..
şimdilik sıfırlar ucuşuyor beyin yarı küremde.

Belki şairler anlar beni..
belki şiirler can verir susamış ağzıma..
başlayayım öyle ise..

Daha dündü kurduğum kafamda..
hafif lirik bir email..
derdimi anlatacak cinsinden
ama tam oturacak cinsinden
diyeceğim oydu ki,
bir ihtimal olsa hem-şehirde olmanin
üstelik büyük ihtimal, sevdiğin şairin dediği gibi o ticaret şehrine, Istanbul'a gelmemin
bir ihtimal ki senden benden bağımsız, öylesi geliveren..
ister misin, beşiktaş'ta bir kahvaltı sabahında
sessiz ve sedasız
masama oturmaya
sıcak demli buhulu bir çay içimlik
Istanbul simidi yiyimlik
bir hoşbeş
ve ardından
yine
sessiz ve sedasız
çekip gitmem
çekip gitmen
? diye işte bitiveren.

bugün, şu saatte posta kutuma düşüveren..
şarapevinde(n) dinlediğim
binbir anlama getirdiğim..
ya da anlam veremediğim..

belki de şarkı sadece "I ll be some next man's other woman" da gizlidir.. belki hayat sadece bunda gizlidir..
belki bir baska sözde
belki bir diğeri..
ne önemi var ki..

Ama sen gitme karanlıklara..
orda
iyi olmamanın uzun ince halinde kal..

beni boşver..

hoşçakal demişsin
hoşçakal öyle ise..

Palma, 16.34, 12.05.2008

II.

Merak etme kadın(ım)..
unutacaksın beni,
kadınlığın sana doğuştan verdiği o asil güçle..
bir gün gelecek
öyle gün ki adımı bile hatırlamayacaksın.
Ben hep hatırlayacağım,
erkekliğin bana doğuştan verdiği o kandırıcı güçle..

Belki de buydu hep hissettiğim
güvensizliğimin nedeni..
alt tarafı bir tendim..

işte bu yüzden kadın yaşadı erkekten uzun...

Not: winehouse=şarapevi


Palma, 19.53, 12.05.2008