14 Aralık 2008 Pazar

Beşiktaş-Sarıyeri Dolmuş Hattı

Istanbul'u özledim.

Beşiktaş'ta,
arabalarla doldurulmuş
sevgiliye giden o daracık yolu özledim.

Sahile vuran dalgalar,
ulaştırır mı
Beşiktaş kıyılarına
özlemimi
bilmiyorum,
ama her gördüğümde denizi Palma'da,
kimseye
ama kimseye
belli etmeden fısıldıyorum.
Planktonlarla,
istavritlerle,
yunuslarla
ve de
karettalarla yolluyorum
boğazıma düğümlenmiş hislerimi.

Sarıyer'i özledim sonra,
balıkçı gemilerini, koca koca olanları.

Palamut ucuz mudur acaba bu yıl?

Sarıyer'de,
sevgili ile paylaşılan
ekmekarası balık kadar tatlı yiyecek var mıdır acaba bu Palma sokaklarında?

Beşiktaş-Sarıyer dolmuş hattında ilerlemek
g i b i
ha ya t i m...


(Palma de Mallorca, 14 Subat 2008, 17.36)

30 Eylül 2008 Salı

Tutsaklık

Açın su ışıklari, açın n'olur, açın. Çıldıracağım yoksa. İnsan degil misiniz ha!? Ne yaptım ulan size...
Bu sessizlik, karanlık niye? Kimin kitabında yazıyor bunlar? Ordaki.. duymuyor musun beni? Ne yaptım ben? Tecavüz mü ettim, adam mı kestim? Bunları yapsaydım çoktan dışardaydım. Suçum düşünmek... yo hayır... senin gibi düşünmemek miydi? Belki de koyun gibi güdülmemek ve kendi yolunda gitmekti! Sen ordaki, bir ses ver bana, bir hışırtı, bir öksürük ver, yeterki bir ses.. Ya da yaz bana, iki kelime! Kaç gün oldu bir kağıdı koklamayalı, hâlbuki en çok da kitaplari sevdim ben. Şimdi ise kalem verilmez kendimi öldürürüm diye, kâğıt olmaz bilmem her nedense. Neyim ulan ben, hayvansam hayvanlığımı verin, köpekler!... Bir ses, bir ışık, lütfen.. günduz mü gece mi, aylar mı yıllar mı? Soyleyin ulan...! Bir canım kaldı bedenime sıkışmış, bir tek o kaldı.. Onu versem duyar mısın sesimi, ses verir misin cansız bedenime? Güneş yakar mı esmer ama kansız bedenimi ? Hı.. hı..???
Hey sen ordaki!..

16 Eylül 2008 Salı

Aşk


YOLDA bir Fanzin...

26 Mayıs '06, Sayı = 1

yoldabirfanzin@gmail.com









yaşama bakmak

her zaman, yaşama bakmak

ve bilmek, ne için olduğunu,

ve sonunda,

bilmek,

sevmek

ve sonra bırakıp gitmek..

Leonard, yıllar her zaman aramızda

her zaman, yıllar

her zaman, sevgi

her zaman

saatler

(Virginia Woolf)

Çeviren= Benercinin babası*






Doğum ve ölüm arasındaki ince, uzun çizgi YAŞAM. Biyolojik bir süreç, kutsal bir sınav ya da koskoca bir hiçlik açıklana gelenler arasında. Bana göre ise ne olduğunu henüz bilemediğim şey, ne kadar bakarsam bakayım bir türlü göremediğim esrarengiz nesne. Elimde tek ipucu var bilmeye giden yolda:AŞK...

-------------------------------------------------------------------

* Bu sayıdaki ve yoldaki yoldaşıma, 'Benercinin babası'na, gönülden teşekkür ederim. Bu sayı ona hediyemdir.

Apartmanımın çatısındayım, geceyarısını geçeli epey bir oldu. Neredeyse herkes uyumuş gibi, ışıkları yanan yalnızca birkaç ev var. Kim bilir kaçıncı rüyalarında insancıklar? Etrafımı rahatça görebileceğim bir yere kuruluyorum. Derin bir soluk çektikten sonra huzurun müziğini duyuyorum kulaklarımda; kuş ve kurbağa sesleri, geceye dair diğer seslere eşlik ediyorlar. Bedenim hiç olmadığı kadar rahat, zihnimin açıklığına yardım ediyor. Düşünceler ve gözü-açık düşler beynimin bir o yanından diğerine koşturmaktalar.

Bir anda gözlerim parıldayan yıldızlara dönüyor. Gökyüzüne daha bir yaklaşmışım sanki diye içimden geçiriyorum. Halbuki, sadece birkaç metre daha yükseldim yeryüzünden. Beynimin bana oynadağı oyna şaşırıyorum. Şaşkınlıkla ve hayranlıkla benim için sonsuza eşdeğer uzaklıktan gelen ışık süzmelerine bakıyorum. Işıklarını bana ulaştıramayan diğer yıldızları da düşününce “mutlaka bir yerlerde 'akıllı' yaşamlar olmalı” diyorum. Belki de bana doğru bakan bir yaşam var oralarda. Bilimin düsturuyla 'akıllı' canlı yaşamı olabilme ihtimalini hesaplamaya koyuluyorum. Sonra durduruyorum kendimi. Küçük bir çocukken, pencereden insanları izlerken kendime sorduğum “yaşam nedir?” sorusu canlanıyor. İçimde bir yerlerde ise bir ses yankı yapıyor yükselen şiddetle. Sorunun çetinliğini, pencerenin yanında ne kadar da uzun zamanlar geçirdiğimi anımsıyorum. Derken ses belirginleşir gibi oluyor: tek heceli bir ses bu. O küçük çocukla şimdiki ben arasında pek de bir değişiklik olmamış gibi diyorum, somut bir şeyler yok elimde hala. Bir tek sezgilerim bana bir şeyler söylüyor. “Neydi o sezgiler?” derken içimdeki sesi duyuyorum:tek heceli, üç harflik bir ses bu: AŞK..

Ertesi gün büyük bir heyecanla uyanıyorum. Bisikletimle yola çıkacağım. Aşk üzerine düşünmeliyim. Yolda toparlıyorum kafamı en iyi. Çantama acele ile bir şeyler tıkıyorum; su, elma, yedek lastik, not defterim... Ve dışarıdayım bisikletimle, nereye gideceğimi bilmiyorum, rüzgar ne taraftan eserse oraya.

Pedal basmaya başlamamla şekiller belirmeye başlıyor. İlk şekil bir sarmaşık, ağacın etrafına sarılmış dallarına tutunarak göğe ulaşmaya çalışan bir sarmaşık. Geçenlerde kütüphanede sözlükleri karıştırırken fark etmiştim; 'aşk' kelimesinin kökeninin farsçadaki 'ışk'tan geldiğini ve ışkın da sarmaşık bitkisi olduğunu. Sarmaşık ğöğe ulaşıyor mu? Bu da bende saklı kalsın..

Yokuş aşağı yeşilliklerle donanmış bir yoldan geçiyorum. Tek tük arabalar geçiyor yoldan. Güneş ağaçların arkasında saklı, yaprakların arasından şakıyor ama hiç rahatsız etmiyor beni. Rüzgar vucuduma çarpıyor, semada kanat çırpmadan uçan bir kuşum ben. Esen rüzgar içinden bir soru takılıyor kanadıma: iki insan arasına mı sıkışmışdır aşk? O iki insanı incitmeden hayır demek istiyorum. Bilsinler ki sevgileri aşka olabilir ama aşkı buna sığdırmak, sadece buna indirgemek tuhaf geliyor bana.

İki saate yakındır durmaksızın pedal basıyorum. Biraz durmak, dinlenmek için yol kenarındaki yaşlı söğüt ağacının gölgesine sığınıyorum. Ağaç bana yaşlı, ak sakallı bir dedeyi hatırlatıyor. Uzun bir tanışmadan sonra, hoşgörüsüne sığınıyorum dedemin ve sorgularımı yöneltiyorum: Aşk nedir görmüş geçirmiş dedem? Dede bilgili, bilgili olduğu kadar da görgülü; tasavvuftan bahsediyor bana. Aşk bir yöntemdir elbet diyor ve ekliyor: Bütün bilgiye ulaşmanın yani Allah'a ulaşmanın yöntemidir. Kurduğu derin felsefe ile etkiliyor beni dedem, derin düşünceler içinde ayrılıyorum yanından. Aradığım şey herneyse sanki kokusunu almış gibiyim. Ama öte yandan Allah'ın varlığı ya da yokluğu bu sorgumun içinde olmamalı diyorum kendime.

Yaşlı ağaçtan uzaklaşırken diğer ağaçları düşünüyorum. Bir tanesinin yanında da dursam mı acaba? O kadar çok ağaç var ki, yaşlısı genci, çamı kavağı, çeşit çeşit. Hepsinin içten bir cevabı var bana, eminim. Aralarından bir tanesi bana biyolojiden bahsedecek ve aşkı kimysalaştıracak kısmen. Bir başkası, tohumu uzak doğulardan serpilmiş olan, bedenle birlikte insanın özde çoşmasına, yücelmesine atıf yapacak aşk derken. Vesaire vesaire diye devam edecek ağaçlar teker teker. Ve ben hepsine gönülden teşekkür edeceğim, hepsini haklı bulacağım ama aşkı yine sığdırmak istemeyeceğim bu anlatılanlara.

O kadar çok ağacı düşündüm ki kafam çok karıştı. Biraz bırakmalıyım kendimi rüzgara diye mırıldanırken birini buluyorum yanımda. Bisikletiyle yola çıkmış bir yoldaş. Kendi sözcüklerini bana katıyor, paylaşıyor benimle aşk üzerine. Dinliyorum onu:



Aşk.. karmakarışık duygular bütünü.. devamlılıktan sıyrılış, savruluş bir uzaklıktan bir diğerine.. zaman zaman gözü kapalı meydan okurcasına yükselen bir kendine güven.. zaman zamansa içe kapanma, dünyadan utanma.. hep elinde bir el, hep omzunda bir göz, dimağında bir düşünce.. uyarılma belli ki; kalabalıktan uyanma bir tek sesle, tek bir yüzle.. algı yönelimi, duyularının saplanışı.. saplanışı ve saplantısında gezinimi.. dağılma hali bir de; dağılma ve toplanamama.. dehşetli mutluluklar ve ardını kovalayan yıkıntılar.. hep bir söylenen, anlatılan, duyulan “son” harabeden kaçış.. kaçış.. umutla.. hüzünle.. hayaller kurma, parça parça yok oluşlarını, dağılışlarını, kayboluşlarını izleme.. kabullenme, gözardı etme.. ama bunları yaparken adım adım aşktan yeme.. küçültme.. bazense küçültüp yoketme.. ağzında bir tat kalması bunları yaparken.. güzel belki, belki acı..

aşk.. belki fazla insana.. büyük kendinden.. belki de insana fazla olan; bir kendi bir de başka bir ruhu, bedeni, içi ve dışı, sevgiyi ve nefreti taşıması..

aşk.. hızlı nefes alıp verişler diyarı.. uzun gülümsemeler.. iç titreten kalp çarpıntıları.. insanın derinliğinden gelen yoğun enerji.. bazen apaydınlık bazense..

ama.. ama yine de.. hep güzel hatırlamak istiyorum.. güç ama güzel.. korkutucu ama güzel.. renkli, ışıltılı, bir yandansa yıpratıcı ve yorucu.. ben gene de hep güzel hatırlamak istiyorum.. kapkaranlıkta tenine değen sıcak bir insan teni gibi.. belirsiz ve heyecan verici.. insan teni gibi, çekici.. güzel hatırlamak, bir de.. çok şey istemek olacak ama.. bir de.. güzel yaşamak!




Sözlerini bitirip kayboluyor gözden yoldaşım. Geride bir beni bırakıyor düşünceli, bir de önümde uzanıp giden yolu.Yolun sonunda bekler beni belki, kim bilir! Birbirine yaslanan, ahenkle dans eden sözcükleri kulağımda hala. Karışık kafamı bu güzelliğin titrettiği kalbim toparlıyor. Mutluyum şimdi. Bir an önce eve gitmeliyim. Kağıt üzerine düşürmeliyim belleğimden aşka dair süzülenleri.

Çok uzun bir yolculuk oldu ama değdi bütün yorgunluklara. Eve vardım ve çok yorgunum ama mutlaka yazacağım ilk önce. Şevkle yöneliyorum çalışma masama. Üzerinden kalem kağıt alacağım derken beni bekleyen bir kağıt buluyorum. Üzerine hızlıca bir şiir yazılmış. Şiiri okuyunca ve benliğimi zorlayınca hatırlıyorum. Dün gece uyamadan önce internette bulduğum bir şiir. İlk okuduğumda ahengini sevmiş, not almıştım bu kağıda. Aklımdan tamamıyla uçmuş. Oysa şimdi tekrar okuyunca beni çok şaşırtıyor. Gün boyu keşfettiğim hislerimi, düşüncelerimi görüyorum çünkü dizelerde. Kağıdı elime alıp çatıya çıkarken sırıtarak şiiri okuyorum kendime:




Cihânı hiçe satmaktır adı aşk
Döküp varlığı gitmektir adı aşk

Elinde sükkeri ayruğa sunup
Ağuyu kendi yutmaktır adı aşk

Belâ gökten yağmur gibi yağarsa
Başın ana tutmaktır adı aşk

Bu âlem sanki oddan bir denizdir
Ana kendin atmaktır adı aşk

Var Eşrefoğlu Rûmî bil hakikat
Vücûdu fani etmektir adı aşk

(Eşrefoğlu Rûmî)



Çatıdayım yine, karanlık çoktan basmış, etraflıca bir sis yıldızları saklamış gökyüzü kaybolmuş. Yatma vakti gelmemiş olacak ki geceye dair sesler biraz daha silik ve yer yer isan sesleri içeriyor. Bana gelince; usulca bağdaş kurup oturuyorum, huzurluyum. Aşkı ve... Aşkı ve yolu düşünüyorum. Birbirine karışıyor bu ikisi sonra. Ayrılmaz oluyorlar bir süre sonra, ayırt edilemez. Aşk yol oluyor ve sizi sevdiğiniz veya inandığınız veya bağlandığınız veya adandığınız şeye götürüyor. Peki ya aşık olmak mı? O da yolda olmaya denk düşüyor..

Gözlerim havanın nemine ayak uyduruyor. Ellerim kaleme sarılmış, kağıdı arıyor. Ve geliyor daha sonra kelimeler peş peşe:

Doğum ve ölüm arasındaki ince, uzun çizgi YAŞAM. Biyolojik bir süreç, kutsal bir sınav ya da koskoca bir hiçlik açıklana gelenler arasında. Bana göre ise: ne olduğunu henüz bilemediğim şey, ne kadar bakarsam bakayım bir türlü göremediğim esrarengiz nesne. Elimde tek ipucu var bilmeye giden yolda:AŞK..

Yolcu

3 Temmuz 2008 Perşembe

Varoluşçuluk...

Bu aslinda siradan yazilmis bir mektup degil, kelimenin tam anlami ile uzun bir yoldan sonra bir icdokus.. Kocayan bedenin icinde ufalan ve bu eziklikle yasayan bi yuregin kendine soylemleri. Peki neden o zaman O'na yaziliyor? Dilime bu aralar pelesenk etmis gibi olacak ama usum ve onun zavalli mantigi bilmiyor cevabi. Cevabi bilen Gonul iste, o da kendine has, pek bir anlasilmaz.. Hani bazen, mesala sevgilinin yaninda, anlayiveriyorum herbir dedigini ama gelin gorun ki diger zamanlarda cildiriyorum.. Neyse uzatmayayim girizgahi, baslayayim mektuba.


Sevgili Yoldasim,

Uzun bir yoldan sonra, hicte beklemezken (ama epeyce arzularken) gordum seni. Yuzumdeki o kontrol disi gulumseme en iyi ozetliyor 3-4 gun suren YINE yoldasligimizi. Belki arada ufak tefek aci tadlar oldu ama benim icin unutmak istemeyecegim ruya gibiydi, ustelik fonda Istanbul vardi.

Tekrardan yola dustuk iste, senin unutalim benimse ruya diyelim dememle. Halbuki, adina hayat dedigimiz kendi kendimizle olan kavgada kimi kandiracaksak. Senin anlayacagin gecmiste birakip gidemedim, ben biliyorum seni, sende de oyle olmamistir. Yastigin altinda, Eyfel kulesinin dibinde, Tren caminda hep seni gordum. Ama bu sefer yalnizligin derdindenmidir bilmem, us ve zavalli hizmetcisi mantikta girdi isin icine, gonlume saldirdilar. Ondandir icimde bulanti derecesinde karisiklik var hep. Huzursuzluk diyeyim anlasilir kilmak icin. Sana olan sevgim, nefretim, kiskancliklarim, yuregimin giderini tikamis gecmis pislikler, yarinlara dair guzel hayaller, hepsi ve nicesi benligimde karman corman oldu. Keske midemdekileri cikarabildigim gibi beynimdekileri de cikarabilsem..

Belki pek alakasiz bulacaksin ama su son donem ruhhalim ve hayata bakisimi (felsefemi) anlamak icin bakilacak kelime "varolusculuk". Sartre, Camus, Nietzsche biraz okuduklarim. Onlara simdilik Dostoyevski, Heiderberg, Kierkegaard, Jaspers eklemeli soylendigine gore. Belki burasi seni daha cok ilgilendirir, benim bu aralar sayfalarin arkasinda da olsa sigindigim tek liman gibi. Istersen bu paragrafi cikar bu mektuptan ama ne bileyim sen bana sarkilar yolluyorsun ya uzaktan da olsa ruhuna ses olmus, ben de buna benzer bahsedeyim iste dedim.

Tozlu yollarla cevrili kurak bir yerde buldum kendimi. Nereye gidecegimi bilemiyorum. Icimden tek gelen su kosedeki tasin yanina cokmek ve beklemek. Neyi mi? Bilmiyorum..

Yolcu

---
"... Binlerce gundelik, ufak - tefek kaygi - tasa arasinda boyuna bekliyordu. Beri yandan kadinlarin pesinde kosuyordu tabii, yolculuklar yapiyordu, hayatini kazanmasi gerekti sonra. Fakat butun bunlarin arasinda tek kaygisi, kendini hazir tutmak olmustu. Bir eylem icin. Tum yasantisini bagliyacak, yepyeni bir omrun baslangicinda bulunucak olan ozgur ve dusunceli eylem icin. Kendini canla basla bir sevgi ve bir zevke verememisti hicbir zaman, gercekten mutsuz da olmamisti: Hep baska yerdeymis, sanki henuz iyice dogmamis gibisine geliyordu her zaman. Bekliyordu. Beri yandan da yillar yavasca, sinsice gelmis, onu arkadan yakalamisladi..." (Jean Paul Sartre, "Akil Cagi", s.72, Oda Yay. 1.basim 1985)
---

"Gercekte onemli olan tek felsefe sorunu vardir, intihar. Yasamin yasanmaya degip degmedigi konusunda bir yargiya varmak, felsefenin temele sorusuna yanit vermektir.." (Albert Camus, "Sisifos Soyleni", s.15, Can Yay. 7.basim 2002)

---

"Varolusculuk bir felsefe degil, gelenekci felsefeye karsi birbirinden apayri birkac baskaldirmaya verilen addir... Herhangi bir dusunce okulundan olmamak, herhangi inanclar kume'sini, ozellikle sistemleri yetersiz gormek sigligini, bilgicligini, yasamdan yoksunlugunu ileri surerek gelenekci felsefeyi acikca kucumsemek - iste varolusculugun cikis noktasi." (Walter Kaufman, "dostoyovski'den sartre'a varolusculuk", s.5-6, De YaY. 1.basim 1964)

---

"Şimdi nereye gidiyoruz? Bütün güneşlerden uzağa mı? Durmadan düşmüyor muyuz? Öne, arkaya, sağa, sola, her yere düşmüyor muyuz? Hâlâ bir yüksek ve alçak kavramı var mı? Sonsuz bir hiçlik içinde aylak aylak dolaşmıyor muyuz? Yüzümüzde boşluğun nefesine duyumsamıyor muyuz? Hava şimdi daha soğuk değil mi? Geceler gittikçe daha fazla karanlıklaşmıyor mu? Tanrı öldü! Tanrı öldü! Onu öldüren biziz!" (Friedrich Nietzsche, Vikipedi'da "Boyle Buyurdu Zerdust" 'dan alinti)